Pazar, Mart 31, 2013
Cumartesi, Mart 30, 2013
Uyarı
Dünyamı Terk Et!
Yoksa, seni ışığımla
vurucam.
sessizbulut
"öykünün devamı, Xia, ilk uyarı bölümünden"
Yoksa, seni ışığımla
vurucam.
sessizbulut
"öykünün devamı, Xia, ilk uyarı bölümünden"
Giz Kalktı
benimle mücadele edemezsin.
çünkü ben bu dünyaya,
senin karanlığını
varlığımla yenmek için geldim.
sessizbulut
XİA öyküsünden - Giz Kalktı, Karanlıkla Aydınlık Buluşması - İlk Konuşma 1976 ile 78 arasında yazılmaya başlandı. 1987'den itibaren kağıda döküldü. cümleler değişmeden.
çünkü ben bu dünyaya,
senin karanlığını
varlığımla yenmek için geldim.
sessizbulut
XİA öyküsünden - Giz Kalktı, Karanlıkla Aydınlık Buluşması - İlk Konuşma 1976 ile 78 arasında yazılmaya başlandı. 1987'den itibaren kağıda döküldü. cümleler değişmeden.
korkma
ne zaman ileri baksan,
karşına bir karanlık çıkar.
korkma,
biz seni,
aydınlık kadar
karanlığın güçleri ile de
donattık.
onlar gibi ol diye değil,
onların güçlerini
oyunlarını bil
ve mücadele et diye.
gece karanlıkta
yürürken ileri
bakmaktan
korkma
biz senin gözerine
özel bir güç verdik.
bakılmayana bak,
görülmeyeni gör istedik.
biz senin içine cesaret koyduk
zor yollardan kolayca geçsin dedik.
gözlerindeki güce inan.
içindeki bilgiye güven
ve korkma.
biz seni
en kötü mücadelelere
hazırladık.
savaş çıkmadan
savaşmayı
aydınlığın bilgisini
içinde bileceksin.
sana verdiğimiz sırrı,
yıllarca içinde gizleyeceksin.
sen bu dünyaya
daha önce de
defalarca geldin.
her gelişinde
amacını unuttun ve yenildin
bu kez
içindeki aydınlıkla
karanlığı yeneceksin.
korkma
sana verilen
görevi ve varlık nedenini
unutma!
"eskiden dünya bizimdi,
sonra karanlık geldi,
kötülük dünyayı istila etti"
karanlık, güçlüdür.
amacına sadıktır.
vazgeçmez ve acımaz insanoğluna.
sen de onunla mücadeleden vazgeçmeyeceksin.
ve sen, dünyaya yeniden aydınlığı getirmek için
karanlığı yeneceksin.
kendini yalnız
ve güçsüz hissettiğinde,
başını kaldır
ve yıldızına bak.
o senin geldiğin gezegendir.
orası senin evin.
yıldızına her baktığında
sana anlattıklarımızı
ve içindeki aydınlık gücü
hissedeceksin.
ve korkma.
karanlık sadece
ışığın düşmediği yerde
gözü kör eden
aldatıcı bir şeydir.
gerçek aydınlıktır.
aydınlık seninle,
korkma.
sessizbulut
"İlk öyküden bir parça - 1976 ile 78 arası" ilk kez yazıldı
karşına bir karanlık çıkar.
korkma,
biz seni,
aydınlık kadar
karanlığın güçleri ile de
donattık.
onlar gibi ol diye değil,
onların güçlerini
oyunlarını bil
ve mücadele et diye.
gece karanlıkta
yürürken ileri
bakmaktan
korkma
biz senin gözerine
özel bir güç verdik.
bakılmayana bak,
görülmeyeni gör istedik.
biz senin içine cesaret koyduk
zor yollardan kolayca geçsin dedik.
gözlerindeki güce inan.
içindeki bilgiye güven
ve korkma.
en kötü mücadelelere
hazırladık.
savaş çıkmadan
savaşmayı
aydınlığın bilgisini
içinde bileceksin.
sana verdiğimiz sırrı,
yıllarca içinde gizleyeceksin.
sen bu dünyaya
daha önce de
defalarca geldin.
her gelişinde
amacını unuttun ve yenildin
bu kez
içindeki aydınlıkla
karanlığı yeneceksin.
korkma
sana verilen
görevi ve varlık nedenini
unutma!
"eskiden dünya bizimdi,
sonra karanlık geldi,
kötülük dünyayı istila etti"
karanlık, güçlüdür.
amacına sadıktır.
vazgeçmez ve acımaz insanoğluna.
sen de onunla mücadeleden vazgeçmeyeceksin.
ve sen, dünyaya yeniden aydınlığı getirmek için
karanlığı yeneceksin.
kendini yalnız
ve güçsüz hissettiğinde,
başını kaldır
ve yıldızına bak.
o senin geldiğin gezegendir.
orası senin evin.
yıldızına her baktığında
sana anlattıklarımızı
ve içindeki aydınlık gücü
hissedeceksin.
ve korkma.
karanlık sadece
ışığın düşmediği yerde
gözü kör eden
aldatıcı bir şeydir.
gerçek aydınlıktır.
aydınlık seninle,
korkma.
sessizbulut
"İlk öyküden bir parça - 1976 ile 78 arası" ilk kez yazıldı
deniyorum
kadınların en büyük derdi, art niyetli, kötü ve hasta, zihni gelişmemiş erkekler.
ailenle yaşasan, başını güneşe çıkmasan, yine de bir yolunu bulur, rahatsızlık verirler.
hasta bir adamdan kurtulman zor!
kadınları, bir adamın hastalığından, pisliğinden, terbiyesizliğinden koruyan hiç bir önlem yok.
bu durumda, iyi kalmak, sakin olmaya çalışmak, çok zor.
deniyorum.
sessizbulut..
ailenle yaşasan, başını güneşe çıkmasan, yine de bir yolunu bulur, rahatsızlık verirler.
hasta bir adamdan kurtulman zor!
kadınları, bir adamın hastalığından, pisliğinden, terbiyesizliğinden koruyan hiç bir önlem yok.
bu durumda, iyi kalmak, sakin olmaya çalışmak, çok zor.
deniyorum.
sessizbulut..
pislik
pislik...
bulaşıcıdır.
onu görmeniz bile gerekmez.
yolda yürürken,
aniden
üzerinize sıçrar
her şeyi berbat eder.
pislikten,
kurtulmanın tek yolu-
dur, sert müdahale.
sessizbulut
30 Mart 2013
Yıllardır beni takip eden, orta 1'de aynı sınıfta olduğumuzu iddia eden, ama hiç anımsamadığım, birkaç yılda bir telefonla, mektupla, ortalığa atılan uydurma hikayeli toplu emaillerle peşime takılıp beni sürekli rahatsız eden, şimdi sosyal medyada karşıma çıkıp saçma sapan konuşan, hayatım boyunca hiç karşılaşmadığım halde, yüzünü bile tanımadığım, kendini tanımadığım bilmediğim halde beni tanıyıp bildiğini iddia eden" bu hasta insanla ilgili, bugün yeniden peşime düştüğü için yazılmıştır. twttr adı zzn gibi bir şey. bugün bana yine saldırdı sözlerle...
bir gün, hayatımda hiç görmediğim ve tanımadığım (görmediğim için kendimi varlığından da koruyamam) bu hasta insan tarafından saldırıya uğrarsam, umarım kanıt olur.
bulaşıcıdır.
onu görmeniz bile gerekmez.
yolda yürürken,
aniden
üzerinize sıçrar
her şeyi berbat eder.
pislikten,
kurtulmanın tek yolu-
dur, sert müdahale.
sessizbulut
30 Mart 2013
Yıllardır beni takip eden, orta 1'de aynı sınıfta olduğumuzu iddia eden, ama hiç anımsamadığım, birkaç yılda bir telefonla, mektupla, ortalığa atılan uydurma hikayeli toplu emaillerle peşime takılıp beni sürekli rahatsız eden, şimdi sosyal medyada karşıma çıkıp saçma sapan konuşan, hayatım boyunca hiç karşılaşmadığım halde, yüzünü bile tanımadığım, kendini tanımadığım bilmediğim halde beni tanıyıp bildiğini iddia eden" bu hasta insanla ilgili, bugün yeniden peşime düştüğü için yazılmıştır. twttr adı zzn gibi bir şey. bugün bana yine saldırdı sözlerle...
bir gün, hayatımda hiç görmediğim ve tanımadığım (görmediğim için kendimi varlığından da koruyamam) bu hasta insan tarafından saldırıya uğrarsam, umarım kanıt olur.
iyi
ben iyiyim demedim.
kötü de olabilirim.
sadece benim değil,
iyilik herkesin ödevi
diyebilirim!
sessizbulut.
30 Mart 2013
kötü de olabilirim.
sadece benim değil,
iyilik herkesin ödevi
diyebilirim!
sessizbulut.
30 Mart 2013
Cuma, Mart 29, 2013
öğrendim
vatanın
dostun
yalanın
gerçeğin
keşfetmenin
özgürlüğün
barışın
sevginin
olduğunu...
, mezar
, düşman
, doğru
, korku
, yasak
, hile
, kurmaca
, aşağılanmak,
çok cahildim,
bilmiyordum.
öğrendim.
sessizbulut
29 Mart 2013
dostun
yalanın
gerçeğin
keşfetmenin
özgürlüğün
barışın
sevginin
olduğunu...
, mezar
, düşman
, doğru
, korku
, yasak
, hile
, kurmaca
, aşağılanmak,
çok cahildim,
bilmiyordum.
öğrendim.
sessizbulut
29 Mart 2013
şeytan
birkaç kez,
karşılaştım
hayatımda
şeytanla.
aynı tiksintiyi
yaşadım
her bakışta.
canavar gibi değil
öyle şeytan.
cazibesi daima tam,
fit ve güzel
insan formunda.
kolay değil,
Tanrı'nın dünyasında
insanlara kötülüğü
paketleyip satmak.
iyi yalan söylemeli,
tutkuyla etkilemelı
hep şeytan.
yoksa kandıramaz
ya?
yine de saf bir kalpten
kaçamaz.
gözleri, gülerken bile
nefretle bakar..
bir kadına tecavüz ederken bir adam,
küçük bir çocuğa işkence ederken bir psikopat,
halkından çalarken bir lider,
iki sevgiliyi ayırırken bir yalan,
oradadır, gururla durur yanı başlarında
gaz verir, üzülmez,
özür dilemez,
vicdan azabı da
duymaz şeytan.
insan neden mi
kanar?
kötülükten,
29 Mart 2013
karşılaştım
hayatımda
şeytanla.
aynı tiksintiyi
yaşadım
her bakışta.
canavar gibi değil
öyle şeytan.
cazibesi daima tam,
fit ve güzel
insan formunda.
kolay değil,
Tanrı'nın dünyasında
insanlara kötülüğü
paketleyip satmak.
iyi yalan söylemeli,
tutkuyla etkilemelı
hep şeytan.
yoksa kandıramaz
ya?
yine de saf bir kalpten
kaçamaz.
gözleri, gülerken bile
nefretle bakar..
bir kadına tecavüz ederken bir adam,
küçük bir çocuğa işkence ederken bir psikopat,
halkından çalarken bir lider,
iki sevgiliyi ayırırken bir yalan,
oradadır, gururla durur yanı başlarında
gaz verir, üzülmez,
özür dilemez,
vicdan azabı da
duymaz şeytan.
insan neden mi
kanar?
kötülükten,
körlükten,
yalandan...
içinde yaşatır
yalandan...
içinde yaşatır
kendine tapan.
beslenir
şeytan.
şeytan.
sessizbulut
29 Mart 2013
ölüm
ben seni hiç öldürmedim.
hiç denemedim.
hiç satmadım,
oynamadım
hiç gururunla.
boğazına bir bıçak dayamadım
incitmedim nefret
sıfatlarımla...
nasıl istersen
sen, öyle yap..
tuzun kuru,
hafızan kıt,
vicdanın zayıf,
kendine tapan
yüksek mi yüksek
egonla.
ben seni hiç öldürmedim
hiç denemedim.
nasıl istersen
sen, öyle yap.
yapıyorsun da.
ama o senin karnın...
ve o senin karnında.
sessizbulut
29 Mart 2013
hiç denemedim.
hiç satmadım,
oynamadım
hiç gururunla.
boğazına bir bıçak dayamadım
incitmedim nefret
sıfatlarımla...
nasıl istersen
sen, öyle yap..
tuzun kuru,
hafızan kıt,
vicdanın zayıf,
kendine tapan
yüksek mi yüksek
egonla.
ben seni hiç öldürmedim
hiç denemedim.
nasıl istersen
sen, öyle yap.
yapıyorsun da.
ama o senin karnın...
ve o senin karnında.
sessizbulut
29 Mart 2013
sınır
kötülükten kimse korkmuyor. insanlar, iyilikten çekiniyor.
doğruluk artık önemsenmiyor. kimin yapışığısın, kimin aklını çeldin, kim seni ve kötülüğünü koruyor o önemli
bir zamanlar sadece doğruluk ve iyilik korunurdu. herkese karşı eşit mesafeden.
bir sınır vardı, öğretilmeye çalışılan. başkasının hakları, sevgi, saygı ve özgürlükler ile ilgili...
nerede durman gerektiğini bilmekle ilgili...
seçimlerle ilgili...
oysa, şimdi, sanki herkes "vermeden" sadece kendine almakla, gerçeği uyduruk hikayeleriyle değiştirmekle ilgili.
işte buna, "bozulma" deniyor.
ya da "bozulMA!" deniyor.
ben bozulamıyorum. bozuluyorum.
sessizbulut
doğruluk artık önemsenmiyor. kimin yapışığısın, kimin aklını çeldin, kim seni ve kötülüğünü koruyor o önemli
bir zamanlar sadece doğruluk ve iyilik korunurdu. herkese karşı eşit mesafeden.
bir sınır vardı, öğretilmeye çalışılan. başkasının hakları, sevgi, saygı ve özgürlükler ile ilgili...
nerede durman gerektiğini bilmekle ilgili...
seçimlerle ilgili...
oysa, şimdi, sanki herkes "vermeden" sadece kendine almakla, gerçeği uyduruk hikayeleriyle değiştirmekle ilgili.
işte buna, "bozulma" deniyor.
ya da "bozulMA!" deniyor.
ben bozulamıyorum. bozuluyorum.
sessizbulut
Çarşamba, Mart 27, 2013
inanmak ve aşk
inanç, kaybedebileceğin bir şey değil.
aşk gibi, tüm vazgeçişlerine rağmen
içinde kendiliğinde kalandır.
evrim
sessizbulut
27 Mart 2013
Savaş ve Barış
altımızdaki toprak, çimenler, böcekler, milliyet kavgalarından habersiz. üstelerinde kendi uyduruk kavgalarımızla dünyalarını mahvediyoruz.
Korku ile gelen, kaybetme korkusu ile elimizde tutmaya çalıştığımız hiçbir şey bize huzur getirmez.
kendiliğinden olmalı, zamanını bulmalı, hak etmeliyiz, sukunet, barış, emek, sevgi ve beklentisizlik ile...
kim olduğumu tüm tarih kitaplarından silseler, bilmemi engelleyemezler.
yarına kalan benlik değil, arkanda bıraktığın izdir. tortu, kan, pas ya da sevgi... sen karar ver.
evrim
sessizbulut
Korku ile gelen, kaybetme korkusu ile elimizde tutmaya çalıştığımız hiçbir şey bize huzur getirmez.
kendiliğinden olmalı, zamanını bulmalı, hak etmeliyiz, sukunet, barış, emek, sevgi ve beklentisizlik ile...
kim olduğumu tüm tarih kitaplarından silseler, bilmemi engelleyemezler.
yarına kalan benlik değil, arkanda bıraktığın izdir. tortu, kan, pas ya da sevgi... sen karar ver.
evrim
sessizbulut
Perşembe, Mart 21, 2013
Salı, Mart 19, 2013
Perşembe, Mart 14, 2013
Çarşamba, Mart 13, 2013
Pazartesi, Mart 11, 2013
Perşembe, Mart 07, 2013
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
kadın sorunu, bir erkek bakış açısı ve davranış bozukluğudur.
ailecek tedavi edilmezse, sonu kötü ve bulaşıcı olur.
ailecek tedavi edilmezse, sonu kötü ve bulaşıcı olur.
Çarşamba, Mart 06, 2013
hafif
hafif olsun
istedim kelimelerim
yola çıkmadan
bırakmayı, en kıymetlileri
-ki senin için zengin durmak her şeydir-
bilir misin?
e.
sszblt.
istedim kelimelerim
yola çıkmadan
bırakmayı, en kıymetlileri
-ki senin için zengin durmak her şeydir-
bilir misin?
e.
sszblt.
sus kapısı 2
san(ı)rım,
ağzımdan bir örümcek
girdi, bedenime.
neden böcek?
onun için neden böcek?
sorarak öleceğim.
hangisi beter, söylenmemişler,
yanıtı bilinmemişler,
yanıt verilmemişler?
Çarpınca imkansıza
bedensiz, ruhsuz,
sus, kapı-da
dondum.
hepsine iyi davranırım.
beyaz olan hariç,
çok yaklaşınca üzer,
geceleri burnuma iner.
eski gelenek,
yıkarsan, yapamazsın.
eski korku.
eski bilinmezlik, eski inancı doğurdu.
zorlardım, iterdim,
yakalardım, öğrenirdim
gerçeği eni sonu
yanıt için değil,
soru için sus-tum.
idrak, hep
imkansızken gelir
kaldırmak, bilirsin,
kapı, sus değil
bir dur'du.
yoktu başka yolu,
anlamak için
sustum.
e.
sszblt.
ağzımdan bir örümcek
girdi, bedenime.
neden böcek?
onun için neden böcek?
sorarak öleceğim.
hangisi beter, söylenmemişler,
yanıtı bilinmemişler,
yanıt verilmemişler?
Çarpınca imkansıza
bedensiz, ruhsuz,
sus, kapı-da
dondum.
hepsine iyi davranırım.
beyaz olan hariç,
çok yaklaşınca üzer,
geceleri burnuma iner.
eski gelenek,
yıkarsan, yapamazsın.
eski korku.
eski bilinmezlik, eski inancı doğurdu.
zorlardım, iterdim,
yakalardım, öğrenirdim
gerçeği eni sonu
yanıt için değil,
soru için sus-tum.
idrak, hep
imkansızken gelir
kaldırmak, bilirsin,
kapı, sus değil
bir dur'du.
yoktu başka yolu,
anlamak için
sustum.
e.
sszblt.
sus kapısı - 1
susma zamanlarının
hepsi kirli çamaşır sepetinde
dağınık bırakmak
yumuşatıcılı zaman ile,
renklilerle iyidir.
sıcak can yakıcı ise
belki biraz soğuk
dene...
erimesin sihri
aklınla gördüklerinin
gözlerim ve kulaklarım mı demiştin?
sana yapışmış
her biri,
açık arazide
güvenemezsin.
bilmek mi?
içini, dışını üretmeyip
sadece izlediğine?
ay kendini güneş bilse,
buz, güneşi ısıttım dese,
mum kibriti yakıverse,
dursan, düşüncen,
cümle hücrenle
inana-bilir misin?
e.
sszblt
hepsi kirli çamaşır sepetinde
dağınık bırakmak
yumuşatıcılı zaman ile,
renklilerle iyidir.
sıcak can yakıcı ise
belki biraz soğuk
dene...
erimesin sihri
aklınla gördüklerinin
gözlerim ve kulaklarım mı demiştin?
sana yapışmış
her biri,
açık arazide
güvenemezsin.
bilmek mi?
içini, dışını üretmeyip
sadece izlediğine?
ay kendini güneş bilse,
buz, güneşi ısıttım dese,
mum kibriti yakıverse,
dursan, düşüncen,
cümle hücrenle
inana-bilir misin?
e.
sszblt
Salı, Mart 05, 2013
Cuma, Mart 01, 2013
Asma Köprü
Mübadele Aracı Para
Değil, Eşitlik Anlayışı ve Çözüm Olan Yaşamsal Sistem Rüyası
"Asma Köprü" Sanırım dünya için en doğru çözüm mantığı bu. Bir soruna, bir çözüm bul. Herkes onu kullansın. temel yaşamsal gereksinimlere odaklanan bir çözüm üretmek iş olsun.
Benim
çocuğum yok. Olmasını derler ya bazen hiç bazen her şeyden çok istiyorum. 17
yaşımda 100 çocukla tanıştım. Haftada 5 bazen 6 gün, günde 4 saat onlarla
birlikteydim cimnastik antrenörü iken, lise 2’de. 3 yıl onlarlaydım.
Sanırım
o çocuklar bana bir şey yaptı. Beni sorumlu kıldılar, kendilerini sevdirdiler,
hayran bıraktılar. O günden sonra, hayatın benden sonrasına kalanını da
önemsemeye ve onları dert etmeye başladım. Nasıl yaşayacaklar, nasıl bir
dünyada, ne halde olacaklar?
Böyle
şeyler düşünmeniz ve kendinizi sorumlu hissetmeniz için anne baba olmanız
gerekmiyor. Her çocuksuz kadın/erkek, çocuk düşmanı ya da bencil değildir. Ankara’da kazadan 5 ay sonra 2008 Şubat sonunda bir kalp damar cerrahı “hamile kalma ve çocuk sahibi
olma” çünkü hayati riskin var, dediğinde ilk kez amaçsız ve ıssız kaldım. Hep kendimize ait olanı isteriz.
Elimde sadece, bu dünya ve düşünceler var, katlanmalıyım derken ikinci
seçeneği gördüm. Yaşadığın yeri sevmek, onu iyi bir yer haline getirmek için
her koşulda bir sebebin var. Bir sonuç ve beklenti ile motive olman gerekmiyor.
Düşünmen yeter. Burada hala sevdiklerim, dostlarım, ailem ve beni hayatta
tutanlar var.
Bu yüzden
sanırım, saplantı haline getirdiğim hayalimi paylaşabilirim. Bu, belki sizinle
ve çocuklarınızla da ilgili kafanızdan geçen gelecek fikirlerine eklenen bir
şey olabilir. Ya da okuduğunuz onlarca saçmalıktan biri olarak kalabilir. Bu
düşünce biçimi tümüyle delilik de olabilir. Bilmiyorum. Belki önemsenmek
istiyorumdur J
Bilmiyorum. İnsan kendini hakkında yeterince adil ve doğru olamaz.
Herkesin
saplantılı olduğu bir fikir vardır. Benim hayalim de, yüzyıllardır
binlercesinin söylediği milyonlarcasının düşündüğü gibi adalet, sevgi ve barışa
dayalı bir dünyada yaşamak. Bilmiyorum kelimeleri yerinde kullanıyor muyum? İnsan
doğasına rağmen huzur sağlayacak sürekli bir sistemin kurulduğunu görmek
istiyorum. En azından düşünce düzeyinde, yani birilerinin artık bunun olası
olduğunu anlamasını istiyorum.
Düşünürler,
ekonomistler herkes binlerce yıldır birçok yol önermiş. Pek çoğu birbirinden
esinlenmiş, sonuç olarak her şey bakış açısını tarafsız geliştirmeye çalışan ve
eldeki mevcut bilgiye yenilik ekleyen bireysel görüşü geliştirmekten geçiyor
gibi. Haklılar.
Tek
tehlikesi, inançlarımız gibi çözümlerimiz de, bulunduğumuz coğrafya,
köklerimiz, bilgi rafımızdaki konserve bilgiler, öğrendiklerimiz kadar! Sanırım
o eşiği aşma zamanı çoktan geldi. Öyle bir “başka türlüsünü kavrayabilme ve
düşünebilme anlayışı” bizim için çok zor. Bilmediğimizi, bilemiyoruz. Kendimizi
aşmayı ve yenilemeyi de belki bu yüzden beceremiyoruz. Kendimde bunu sık sık
görüyorum. Oysa insanın aşacağı ilk engel kendidir, derler.
Din,
grup, yönetim sistemleri bu yüzden tehlikeli. İçinde büyüdükleri koşulların
kısıtlılığı ve sınırlayıcı etkileri yüzünden bireyin düşünce sistemini “yasaklar,
izinler, yönlendirmelerle” kısıtlıyorlar.
6
yaşındaki yeğenimin annesi (kardeşim) Amerika’da yaşayan bir Türk ve Müslüman.
Babası, Fransız Hristiyan. Babasının ailesi Katolik. 2 yıl önce 4 yaşında
Türkiye’ye geldiğinde bana ellerini kocaman açıp “Tüm bunlar nerden geldi?” diye sordu. Ona ne diyeceğimi bilemedim. Kendimce görüşlerim vardı. Ona hangisini
anlatacağım neyi cımbızlayıp, neyi seçeceğimi ve onu neye “yönlendirmem” ve
yönlendirmemem gerektiğini bilemedim. O kadar çok/farklı şeyin arasındaydı ki? Dünyanın
büyüklerinin, fikir adamlarının, bilgelerinin düşünüp ortak ve tek dille çare
bulamadığı bir soruna 4 yaşındaki bir zihnin anlayış geliştirmesini
bekleyemezdim.
Tek bir
kişi olarak, tek bir ülkede, tek bir tarihle büyümek kolaydır. İlk sunulanı alırsınız.
Sonra büyürken karşınıza alternatifler ve karşıt görüşler çıkar ama bir
çoğunluğun içindeyseniz, yine işiniz kolaydır. Ben şaman olma hali dışında
(insanlar bana bunu söylediğimde deli gözü ile baktığından ya da benden
korktuğundan!) azınlık olmayı hiç yaşamadım bilmiyorum. Belki sol görüşlü olmaya yakın olmak ve
sonradan liberal görüşe yaklaşmak ve sonra hepsinden kopma noktasına gelmek de
insanı azınlık içine atar.
Sonunda
onu sınırlamak istemediğimden yeğenimin omuzlarına zor olanı yükledim: “Sence?”
“Bence
bunlar tek başına olamaz” dedi. Konuyu, Tanrı mevcudiyeti ya da yokluğuna
getirmiyorum. Konuyu şuraya çekmek istiyorum, başka bir coğrafyadaki kök
devamıma, benim gerçek sandığımı ve inancımı anlatmak, belletmek ve o yolda
yürümesini sağlamak, onu manipüle etmek bu kadar mı önemli? Benimkinden başka
bir inanca sahip olamaz mı? Benden başka bir şey düşünemez mi? Düşünülmezsem ve
artık benim bildiğim kabuller bu dünyadan silinirse yok olmuş mu olurum? Belki
popüler olmaz ancak “bilgi”nin yok olacağına inanmıyorum.
Oysa,
biz dünyalılar kendi kabulümüzün tek doğru olduğuna inanıyor ve her şeyi onun
için feda ediyor, siliyoruz. Bunu için savaşlar çıkıyor? İnsanlar tutuklanıyor?
Hapislerde çürüyor? Birbirlerine nefret duyuyorlar?
İnanç
sistemlerinden, inandığımız sistemlerden, içinde olduklarımızdan vazgeçmek bu
kadar mı zor ya da birilerinin bizimle aynı noktada olmadığını görmek bu kadar
mı hayati? Bu bize nasıl bir tehlikeyi ve hakareti küfrü ifade ediyor?
Düşünüyorum.
Atay ya
da Ayla, dünyanın bir başka yerinde başka bir sistemde doğmuş 2 çocuk olarak
bambaşka bir doğruda yaşayabilirler ve yalvarıyorum, hayatlarındaki hiçbir
adımı, kendilerinden öncekilerin yasalarına göre atmasınlar. Düşünsünler ve
kendi doğrularını bulsunlar.
Hatta bazen
şu metrobüsteki saldırgan gibilerinin kısıtlanmaktan başka nasıl
dönüştürülebileceğini merak ettiğimde, hemen kendimi birilerini yargılar (her
şeye rağmen) eylemlerini ve düşüncelerini manipüle eder bir zihin konumunda bulduğum
da oluyor ve utanıyorum. Soru aynı, “Kime göre ne?”
Biliyorum
evrensel genel kurallar: Öldürmek, şiddet yok, yaşam hakkına ve ifade
özgürlüğüne saygı var. Aşağılama yok.
Peki
manipülasyon?
Peki
kendini üst sınıf gören zümreler?
Peki
paranın eli?
Peki
yarın sabah kalktığında cebinde hiç paran yoksa, susuz ve ekmeksiz kalmak?
O zaman Özhan'ın
cümlesine geliyoruz, kendini, kendi hayatını, kendi fikirlerini, inançlarını
başkalarından üstün görme hastalığına tutulmuş bir dünyada varlığımızı
sürdürüyoruz.
Kimse
kahraman değil, ben de evimde oturmuş yazıyorum ve kimseyi suçlamıyorum. Sadece
birlikte düşünmek istiyorum. Birlikte içilen bir kahve ve birlikte gidilen bir
konser gibi…
Benim
çocuğum yok. Neslim benimle ölecek, bereket bir kardeşim ve onun çocukları var.
Sizin var. Varlığınızın daha iyi bir yerde sürmesini istemez misiniz? Her gün 2
dakikanızı, yok, haftada 1 gün 2 dakikanızı bu düşünceyi büyüterek geçirmek
istemez misiniz? En azından, çocukların zihninde. Bilmiyorum, yanlış bir yoldan
mı gidiyorum, öğretmenin hatta düşünce paylaşımının dahi her türlüsü uzun
süredir bana yanlış geliyorken.
Dünyayı
para mübadelesi, fikir ve güç baskısı yönetiyor, yönlendiriyor.
Demokrasi
denen, çoğunluk hareketine zorla uyduran güç gerçekten büyük bir kılıç.
Hocamın
söylediği gibi, bazen düşüncesiz bir boşluk her şeyi çözecek gibi. Üzerine hiç
düşünmediğinizde çok anlamlı.
Yıllardır
insanlar aynı hayalin peşinden gidiyor görünüyor: çiçek çocukları, çevreciler,
aktivistler. Bu kadar yıl boyunca bunca işe yarar zihin sahibinden “çalışan”
bir çözüm çıkmaması, doğaya aykırı.
Önerileri
kim hangi raflara kaldırıyor bilmiyorum. Ama bir araya gelme ve içlerinden yeni
bir şey çıkartma vakitleri çoktan geldi. Lütfen en azından bunu sadece bir
düşünün.
Mevcut
olan dünyasal sistemlere yapışıp yapışmamanın gerekliliğini, para olmadan
kurulabilecek bir yaşam sizce nasıl olurdu? Eminim, şu an hepimiz aynı salonda
olsak hepimizden işe yarar ve sürdürülebilir birçok fikir çıkar. Neye su
verirsek o büyür, neyi beslersek o büyür. Dünya uzun süredir nefret ve
ayrımcılığı besleyip büyütüyor. Ben o ağacın meyvelerinden yemek istemiyorum.
Düşünmek
kahramanlık kompleksine sahip olmak ya da öne çıkmak anlamına gelmiyor. Kendimize ait
hayatla ilgili fikir yürütüyoruz. Fark ettiniz mi? Sanki dünyanın tüm rejimlerinde
bu bile yasak.
Neden?
Çünkü en basit anlatımı ile sistemler, günümüzdeki kullanımı ile bazı alanlara
ve bir grup insana “düşüncelerine etki ederek ve onları inandırarak” hükmetmek
ve onlardan çıkar sağlamak anlamına geliyor. Şimdi, size buna izin vermeyin
desem, beyniniz bilgi rafınızdan hemen “buna izin vermeyin!” söylemi ile
kurulan sömürücü alternatif sistemleri ve bunları söyleyenleri listeleyebilir.
Benim
kendime sorduğum tek soru var: “Sence?” Sizinle de bunu paylaşmak isterim.
Sizce dünyada olup bitenler “Böyle mi
olmalı?!” “Bunun başka yolu yok mu!?”
En kaba
söylemiyle; “Biz buna mecbur muyuz?”
Biz
sıradan insanlarız (en güzel insanlık hali budur). Hiç birimiz kahramanlığa
soyunmayacağız. Eğer yasak değilse, sadece düşünüyoruz.
Düşünürken
hep aynı yere geliyorum, dünyadaki ilişkilere bir DEĞER biçilmeye başlandığından
beri, kirletiliyoruz.
Bir
köylü, tarlasındaki buğdaya karşılık, yan köyden birinden keçi sütü alabilirdi
eskiden, ikisi arasında sakince anlaştığında, eğer öteki köylü “Hayır, benim
buğdayım var, bana yumurta lazım, tavuğum hasta” derse, bizimkinin fazla
yumurtası varsa, onunla değiş tokuş yapardı.
Eğer
yumurtası da yoksa, organik (J) ve
kirlenmemiş çözümcü zihni, para kazanmaya değil, sadece temel yaşamsal
faaliyetlerine yetecek kadar kaynak bulmaya odaklı olduğundan, düşünür,
araştırır, gezer, belki 1 gün aç kalır ama sakince başka bir çözüm üretirdi.
Yumurtası
olan başka birine giderdi, ona buğday ya da başka bir ihtiyacı varsa onu verir,
yumurtayı alır getirip komşusuyla takas eder ve sütü alırdı. Ya da kendine bir
keçi alırdı aynı yolla.
Bu
sistemde 4 önemli alışkanlık insanların işine yarayabilirdi:
1-
Yaşamak için üretmek zorunluluğu. Böyle bir çabanın içinde
zorlanabilirsiniz ancak gerçekler ve fiziksel eylemle bağlantı sizi delirmekten
korur.
2-
Değiş tokuşu ve iletişimi dengelemeyi öğrenirsiniz. Çözüm üretme
beceriniz gelişir.
3-
Çalmanın anlamı olmaz. Bir yerden sonra kendiniz üretmek zorunda
kalırsınız.
4-
Çocuklarınız bu mantıkla yetişir.
Tabii
ki, kredi kartları, modern finansal sistemler (bankacılık ve uzantıları),
pazarlamanın ve satış felsefesinin tümü çökmeye veya değişmeye mahkumdur.
Aracılar ve satıcılar da?! Başka bir varoluşla gelirler.
Artık
karşılığı bile olmayan, değer karşılığı ülkelerin hazinelerini aşan ve bu
yüzden bütün dünyanın birbirine borçlanmasına neden olan ülkeleri çökerten
paraya dayalı sistem çöker. Ama bir cerahat dünyadan kazınmış olur?
Peki biz
kredi kartlarımızdan arpa ve ilgili kampanyalar, buğday taneleri, süt ve
yumurta kendiliğinden çıkmayacağına, markalar dünyasına ve kampanyalara
benliğimizin birer parçası gibi alıştığımıza göre, onlar ile ne yapacağız? Yani
onlarsız ya da onların küçük köylerde, kasabalarda, sınırlı bir çevrede kaldığı
sınırlı dünyada, sıkılmayacak mıyız?
Bilmiyorum.
“Müslüm Gürses’i duyuyorum “Her şeyin bir bedeli vaaar!”
Somutu
kral eder ve gerçeklerle yaşama kararı alırsanız, bazı hayalleriniz ve soyut
düşünceleriniz silinebilir. Ya da tam tersi güçlenir. Seçimlerinizle
yaşarsınız. Bir seçim yapmak belki hiç seçmemekten iyidir. Ya da bir seçim
yapmak kaybetmek, hata yapmak anlamına da gelebilir. Alternatifi, daha iyi bir
alternatifi düşünmek isterim.
İnsanlar,
kanlarını emen derebeylik, aşiret gibi sistemlere yenik düşmeden önce, klanlar
halindeyken, belki de sandığımız kadar berbat bir yaşamları yoktur. Bazen bir
dağ köyüne çıkıp hayatımın sonuna kadar orada kalmak istiyorum. Sonra bir astım
krizi geliyor ve ilaçlarıma sarılıyorum. Bazı krizler tamamen psikolojik. Bazen
bunları, sadece doğru düşünce eğilimleri ile aşabileceğime cidden inanıyorum.
Tahmin bile edemeyeceğiniz kadar çok astım krizini meditasyon oturuşunda hiçbir
şey yapmadan sadece öylece durarak atlattım.
Dünyada
böyle kendiliğinden ve yaşamsal çözümlerden başka bir akla hizmet etmeyen bir
sistem içinde yaşamak cidden o kadar mı zor? Ve şu anda içinde bulunduğumuz
hiçbir sistemin gerçekte bu temel ihtiyaçla ilgilenmediğinin farkında mısınız?
Adam
Smith üzülmesin ama, parayı günlük hayatta devreden çıkaracak bir sistem
oturtmadan öteki şeyleri yapmak çok zor. Hiçbir zaman adalet istememiş bir
adamın bir uçağa sahip olmayı deli gibi istemiş olması bana çok kişisel, çok
dürtüsel, çok delice ve çok garip geliyor. Neden şeylere bu kadar bağımlıyız?
Henüz o kadar çoğunu kaybetmediğimiz ve kendimizi bulmadığımız için mi?
O
şeyleri çoğaltınca bize bir şey mi oluyor? Daha iyi bir paketlenme dışında?
Evet daha iyi sağlık, eğitim, eğlence, sevgililer, ulaşım, iletişim (belki),
kendini sakinleştirme ve kandırma gibi olanaklara sahip oluyor olabiliriz. Peki
bize bir şey oluyor mu gerçekten olduğumuzdan bizi farklı kılan daha güzel bir
şey?
Sanmıyorum.
Daha iyi bir mezar, belki. Mermer kaplama. Topraktaki kurtlar, her seviyede,
herkes için aynı, değişmiyor.
O halde
ben mübadele aracımı değiştirmeye hazırım. Bana para sadece bu dünyada
gerekiyor. En yakın arkadaşlarımla ilişkilerimde bile… Aç kalmamak, adam yerine
konmak için de.
Ama para
bana bir köyde ”kendime ait” bir minicik alanda ve bir barınakta, eğer kendi
yiyeceklerimi üretebilirsem, sadece bana yetecek kadar, o kadar da gerekmiyor.
“kendime
ait” sanırım bu Atatürk ve arkadaşlarının, toprak devrimini açıklar.
Bir ülke
kendi topraklarını, hazinesine gelir elde etmek için dışarı satmaktan başka
çözümler de bulabilmeli. Sözgelimi sanayi reformunun bizi çelikle titanyumla
hatta bor ile doyuramayacağı günler için (bu da eski bir Kızılderili liderinin
para ile ilgili sözlerinden aklıma düşenlerdir) bize toprak ve tarım gerek.
Bize
kurutulmamış ve nükleer reaksiyon zinciri, biyolojik bomba veya kimyasal
zehirlerle kirletilmemiş, üzerine beton inşa edilmemiş tarım alanları ve su
kaynakları lazım.
Bu bizi
her zaman korur. Ve bu alanlarda, insanların para değil, vatandaşlık hakları
karşılığı, eşit olarak toprak sahipliğine kavuşturulması gerekiyor. Bir aile,
minicik bir bahçede pek çok şey ekip biçebilir. Küçük bir kümeste tavuk
bakabilir. Minik bir kapalı alanda keçi, koyun, inek yetiştirebilir. Bizim
burada eşek bakan komşularımız var.
Bir
çiftlik sahibi olmanız gerekmiyor.
Ancak
burjuvazinin, ardından sanayileşme devrimin getirdiği rüzgarların da katkılarıyla
bize derinlemesine fantastik iğnelerle tutundurduğu kentlilik anlayışında,
komşunuzun, bahçesinde inek beslemesini aşağılar, sabahları horoz sesi ile
uyanmak istemezsiniz.
Kaçınız
son zamanlarda İstanbul’da horoz sesi duydu? Herhalde bu çoğunuzu rahatsız
eder, fazla kırsala özgü, fazla köylü fazla avam gelir. Ama yediğiniz
yumurtaların fiyatından veya hormon seviyesinden şikayet etmişsinizdir.
Belki de
biraz toprak seviyesine inmeliyiz.
Ne yani,
parayı hayatımızdan çıkartınca, her şey düzelecek mi? Para gökten zembille
inmedi. Bir insan anlayışını temsil eden bir simge sadece. İnsanlar bir
davranış ve yaklaşımlarına bir isim ürettiler. Ellerindekini paylaşamama
hastalığı. Ellerindekini baskı aracı haline getirip, birileri üzerinde yetki ve
yaptırım gücüne sahip olmayı denediler. Sonra bu köleliğin bir sembolü ve adı
oldu, para.
Parayı
sistemden çıkartmanın, bu anlayışı beyinlerimizden silmedikçe bir anlamı
olacağını sanmayanlardanım.
Leka
diye uyduruk bir şey çıkarıp onu paranın yerine koyacaksak, kredi kartı gibi ne
farkı var?
Bakış
açımız ve düşünce sistemimiz üzerinde çalışmalıyız.
Peki
diyelim ki başardık, para ile elde ettiğimiz tüm o gerekli hizmetlere ve
güzelliklere ne olacak?
Sağlık,
eğitim? Başka şeylerin alışverişi?
Öncelikle
dağa yolculuk için çıkan yolcunun sırt çantasını hatırlamanızı isterim. Öyle
bir durumda kalsaydınız çantanıza ne alırdınız? (Buscaglia). Sadece sizi hayatta
tutacak temel şeyleri değil mi? Sistem bu kadar basit olmalı: yemek, ısınmak,
yön bulmak, sağlıklı kalmak, basit bir şekilde eğlenmek.
Diğer
şeyleri paylaşacak yollar her zaman kendiliğinden var oldu ve olacaktır.
İnsanın kendini tatmin etmek için geliştireceği şeylerin önünü kimse kesemez.
Lazer
ışıkları olmadan da yaşayabiliyorum. (Yaşayamayan, lazeri de ışığı da bir
şekilde var eder)
Lakin, bir
sonraki nükleer savaşta hayatta kalamam.
Cep
telefonları tamam çok yararlı. Özellikle kıtalar ve kentler arası ama tıpkı
sağlık, eğitim hizmetleri gibi belli seviyedeki hizmetleri de iletişimi de
ücretsiz sağlamanın bir yolunu bulabiliriz. Cep telefonu ve tüm elektronik
cihazların ürettiği negatif enerjiye çare bulmak sanırım daha önemi. Özellikle dünya
bu kadar teknolojik atık barındırıyorken.
Önce
herkesin kendi düşünce sistemini ve vicdan denen iç kurgusunu pisliklerden
arındırması gerekiyor.
Çıplak
ayaklılar köyü projesi vardı Hindistan'da kendi kendine yeten köylülerin
geldiği nokta ilham vericiydi. İnsanlar, yiyecek kaynaklarını kendilerine
yetecek kadar üretebilirlerse, dışarıya bağımlı olmaktan kurtulurlar demek ile
yapmak arasındaki farkı görebildim. Önyargılar değişti.
Neden
bunları çok iyi bildiğimiz halde bununla yaşamayı seçmiyoruz? Paranın sahip
olduğu ruh hali, "Yüzüklerin efendisi" konumunun getirdiği uçucu his
ve ilgili hayat fantezileri mi? Yoksa kendine yetmenin sorumluluk, çaba ve
sürekli bir eylem gerektiren durum olduğu gerçeği mi?
Bu bahar
evin önündeki alana bir şeyler ekeceğim insanlar bunu yıllardır yapıyor. Annem
çocukluğumuzdan beri bulduğu alanları defalarca böyle değerlendirdi. Küçük bir
arazide, küçük bir evde, köylüler gibi yaşayabilirim. Kendi domatesimi,
maydanozumu, soğanımı ve temel besin maddelerimi, keçimi, tavuğumu belki
ineğimi besler, büyütürsem, doyabilirim.
Ama önce
temiz tohum bulmak gerek?! Yapay olandan, yerine doğal olanı koyarak
kurtulabilirsiniz. Bu çok zor değil. Bir gülüş ile başlayabilirim. Bir
kızgınlık anıyla da öyle. Bir ifademi açıklarken. Ve bir bitki yetiştireceksem…
temiz tohum bulabilirim. Arar ve bulurum. Bu, şarkıcı ya da yıldız olmaya
çalışmaktan çok daha etkileyici bir yolculuk olabilir birden bire? Gerçeğin
etkileyici bir güzelliği vardır. Çizgili ve biraz yıpranmış da olsa hiç
makyajsız bir yüzü güzel bulmadınız mı?
Diyelim
ki, topraklar dağıtıldı (henüz deprem ile ilgili reform bile ülkemizde
gerektiği gibi uygulanmıyor, sözgelimi Avcılar depremde en büyük zararı gören yer
olduğu halde, henüz deprem projesi bu bölgede geçerli değil, biliyor muydunuz?)
Toprağı
dağıttık ve herkesin küçük alanları var. Herkes kendi besinine sahip.
Devlet,
sağlık sistemini de (vergi almadan, gönüllülük usulü devletin çalışma prensibi
olmalı ve buna karşılık çalışanlara alan ve yiyecek erzak sağlanabilir)
ücretsiz kuruldu ve eğitim.
Dış
dünyayı buna nasıl uyduracağız, onların paraya dayanan ilişkilerini nasıl
kuracağız? Şimdilik hiçbir fikrim yok ama ölene dek düşünmeye devam edeceğim.
Benim kısıtlı zihnim bulamasa da eminim bir yerlerde başka birileri başka
dillerde de olsa, buna bir çözüm arıyordur ve bir gün bulunur.
Onlarla
ilişkileri geçici olarak sürdürmek için para sistemini, dış ilişkiler, ticaret
gibi alanlarda sürdürebiliriz. Turizm, ticaret alanlarında dışarıya paralı
hizmet sağlayabiliriz. Hazinemizi gerçek altın ve gerçek karşılığı ve ek dış
kazançlarla tutabiliriz.
Kendi
savunma sistemlerimizi ve mantığımızı kendimiz üretebiliriz, doğal
kaynaklarımızdan eşit ve ücretsiz ve temiz yararlanabiliriz. Akıllı tüccarlara
ihtiyacımız var.
İçte,
sosyal adalete dayalı bir sistem kurabiliriz. Bir gün metrobüse birbirimizi
itip düşürmeden binebiliriz.
İnsanların
dini, milli, ekonomik ve sınıfsal düşüncelerinden bağımsız olarak, sosyal
adalet tavrına yakın olmalarının zorunluluğu açık. Karl Marx’tan daha ileri
gidemediğimizi hatta onun işaret ettiği noktaya dahi gelemediğimizi iyi
biliyorum. Ama bu düşünce için bir kahraman gerekmiyor. Yani birilerinin, başka
birilerinin düşüncelerine taptığı ve bunları mübadele ettiği sistemi de terk
edip, sadece çözüme odaklı isimsiz kurulmuş çözüm önerilerine ihtiyacımız var.
Kim demişse demiş. Doğru söylesin! İşe yarasın.
Sosyal
(toplumla ilgili) politik çıkarları barındırmayan (apolitik/alternatif değil
politize olmamış) bir yaşamsal sistem kurulması gerekiyor. İnsanlar için ama
insan egosuna hizmet etmeyen bir anlayışla.
Sadece
köye gidip tohum ekmekle olmaz. O kadar saf bir niyeti, güçlü bir analitik
zihin ile birleştirmek zorundayız.
Biliyor
musunuz, bozulmayan elektrik ve manuel araç gereç yapmak mümkün! Sırf pazarlama
ve satış (para edinme) kaynaklı nedenlerle elimizdeki ürünler, belli bir günde
bozulmak üzere programlanıyor. Bizim gibi. O gün, ölüyoruz. Ya da
deliriyoruz.
Saf
niyetimizi, mübadele aracı para ve hırs değil, huzur arayışı, sindirilmiş
ve kabul edilmiş bir eşitlik anlayışı olan tek amacı hayatı sürdürmemiz olan
bir yaşamsal sistemle değiştirmek zorundayız.
Biz bir
bütünüz. Çılgınca ve romantikleşerek tek olduğumuzu ve kafamıza göre davranacağımızı
söylemek intihardan farksız gibi. Uyanmak lazım. Ancak bu bütünün tekli parçalarının
bireysel gelişimi bütünün kalitesini belirliyor.
Sistemlere
karşı olup Yunanca dedikleri gibi “ANARŞİ” diye haykırmak (düzen karşıtı kaotik
bir kendiliğinden düzen savunusu) bilmiyorum cidden işe yarar mı? Aslında
burada istediğim şey de anarşiyi bir nebze destekliyor. Devlet sistemine karşı,
bireyin yaşamını sürdürmesine hizmet etmek amacıyla kurulabilecek bir hizmet
verme ve koruma sistemini savunuyorum. Bir devleti değil. Devletler, uzun
süredir bilindiği üzere, sadece statükoya hizmet eder hale geliyorlar. Bir süre
sonra her devletin eli baskıcı ve zorlayıcı oluyor. Bu yüzden otomatik ve
hizmete yönelik bir sistem / kendiliğinden sistem savunusu mantıklı olabilir.
Anarşi anlayışının korkutucu tarafı, otorite olan devletin, tüm negatif
yönlerine rağmen hukuk ve yargı gibi temel “denge koruyucuları”nı barındırması, ancak anarşide bunun bu korunmanın mümkün olmayabileceği.
Gerçekten
adalet sayesinde ölmeden korunan kimseyi görmedim gibi. Ya da polis. Bu yüzden ne dediğimi pek bilmiyorum. Ama
kuralsız, devletsiz ve düzen kabullerinden uzak bir insanın varlığının sadece
kendi gücüne ve çevresine bağlı olduğu bir yaşam sisteminde “güçlü olan hayatta
kalır” gerçeği ve metro kapısındaki kadını düşüren ezen mevcut kalabalık aklıma
geliyor.
Güç,
baskı aracına dönüştüğünde, baskı aracına dönüşen devletten ne farkı kalır?
Anarşinin çözüm olduğuna bu yüzden inanmıyorum.
İçinde
şiddet, aşağılama ve zorbalık barındıran, insanı esir eden hiçbir yeni sistem,
gerçek bir çözüm olamaz. İnsan zihninin gelişmesi ve aydınlanması lazım. Özgürce,
kendi seçimiyle ve kendi başına…
Var
olana alışmışız. Başka türlüsünü düşünmemiz zor.
Bir
sokağı süpürelim bir sabah. En baştan bir komşu başlasın. Eğer o komşu sokağın
kahramanı değilse, tüm sokağın süpürülmesi için her komşunun çıkıp süpürme
eylemi ile ilgili bir şey yapması, bir katkı sunması gerek. Bizim dünyamızdaki
insanların hayata bakış açısına göre, genelde, komşulardan biri kapısının önüne
çıkmaz ya da süpürme eylemine hiç katılmaz.
Mevcut sistemlerimiz;
o komşuya seslenmek, zilini çalmak, süpürmesi için zorlamak, lanet etmek,
hakaret etmek, boş vermek, işi başkasının üstlenmesi ve o komşuya kaba kuvvet
uygulamak gibi ÇÖZÜMLER öneriyor! Ve biz bu vasat zihin anlayışı içinde yaşayıp
gidiyoruz.
Eğitim
eğitim diye her sistemde bağırılmasının ve bütün "teroirst" (korku
üreten alternatif yapılanmalar) sistemlerin temelinde çok sıkı, disiplinli ve
beyin yıkamayı da (beyin yıkama konusunu araştırırsanız ağır gerçeklerle
karşılaşırsınız kökü 1800'lere uzanan) içeren SAĞLAM EĞİTİM altyapısının
olmasının nedeni eğitimin gerçekte beyni geliştiren değil, mevcut düzene
hazırlayan ve uyduran bir destek olmasından kaynaklanıyor.
Sistemin
basit dayatmalarının geniş ve sorgusuz kabulü. Yeni bir şey düşünmemek
becerisini çocuklara kazandırma aracı. Beynin de bir kapasitesi var.
Yönlendirilebilir, gereksiz bilgilerle dolar ve işe yaramaz hale gelebilir.
Boşalması gerek. Her gün televizyon izleyerek acaba fikir edinebilir miyiz?
Kaçımız
bir doğa yürüyüşüne çıktığımızda buluştuğu grupla geçirdiği anları ve sohbet
paylaşımını TV programlarına tercih etmez?
Her
ülkenin, her anlayışın, her kasabanın, her sokağın kendi inanışı var. Aldıkları
eğitim, toplumsal kabuller onların komşularına veya sokağı süpürmek fikrine
yaklaşımlarını öncelikli olarak belirler.
Sanırım bu
önyargılardan kurtulmalıyız. Onları yok sayamayız ama temel belirleyiciler
bizim kendi “yaşam kültürümüz” olsa da, daha büyük bir toplu yaşamın
sürdürülebilir ve barışçı olması için, kendi kişisel eğilimlerimizi kendimize
saklamamız ve yargılarımızı da kontrol etmemiz gerekiyor.
Bir
devlet, bir topluluk, farklı insan gruplarından oluşuyorsa, onlardan sadece
birine, bir gruba ait inanç sistemi, düşünce sistemi, milliyet sistemi ile
yönetilemez. Türkiye’nin takıldığı ve çaktığı nokta işte budur, ırkçı değiliz
derken adımızı bir ırkla özdeşleştiremeyiz, öyleyse çoğulcu eşitlikçi
anlayıştan söz edemeyiz, daha önce savunduklarımı biliyorum ama düşündüm ve
ilerledim.
Bir
devletin sistemi yani sistem kurucu ve koruyucu devlet olmalıysa bazı şeylerin
sağlanması için (onu daha büyük beyinler düşünsün) tarafsız olmak zorunda. Her
şeyden bağımsız ve tarafsız kalmak zorunda. Şeriatta tarafsız olamaz. Komünizm
de, kapitalizm de, Türk ya da Kürt milliyetçiliği de. Herhangi bir
milliyetçilik ve alan kaygısı, tarafsız kalamaz.
Tarafsız
olmanın, tarafsız ve eşit olmaktan başka bir tanımı ve anlamı yoktur. Sadece
bireylere, varlığa ve yaşama hizmet eden tarafsız şeffaf bir yapı. Aklımız
varsa bunu buluruz.
Yok çok
eski, Çin, ve Avrupa kaynaklı bir politik güç ve yönetim alışkanlığı ile “akıl”
“bir şeye inandırmak ve yönetmek politikası olarak tanımlanırsa, onun da yanıtı
bugün belli… İnsanlar uyutulabiliyor ama insanlar uyanıyorlar da! O sistemler
de çökmeye mahkumdur.
Sanırım
birçokları gibi benim fark ettiğim, “kendimize düşüncelerimizden soyutlayabileceğimiz”
ya da “kendimizden soyutlayabileceğimiz şeylerin” listesini çıkartmanın önemi! Arkamıza
dönüp vazgeçebileceklerimiz ve yanımızda kalması gerekenler listesi.
Bir dağa
çıkmak zorunluluğu içindeysek, İstanbul Depreminde, ardından gelen tüm korkunç
felaketlerde hızla hareket etmek gerektiğinde yanımıza almamız gerekenlerin
listesi.
Hayata
bakış açısı belki de böyle hafif, acil durumlara etkin ve acil (denenmiş ve
geliştirilmeye devam edilen) çözümler üretmek üzerine olmalı.
Yolcunun
sırt çantasına alacakları kadardan oluşan bir hayat yaklaşımı ve yolda olmanın
gerekliliklerini iyi bilen bir zihin. Hayatı kabul etmiş ve hazır bir zihin.
Sanırım,
inanç sistemlerinden, yönetim sistemlerinden bağımsız bir (en azından) yaşamsal
sistem üretilmeli.
Herkesi
savunan, düşünce sistemleri ile ilgilenmeyen, sadece yaşamsal teknik detaylara
önem veren sistemler uzun yaşıyor. Yüzlerce yıl önce, bir vadide, bir nehir
üzerinde iki yaka arasında geçiş sağlamaktan başka amaç gütmeyen bir asma
köprünün, çözüm mantığına dayanmalı hayat.
O asma
köprüyü kullanmak, o köprüden geçmek kimsenin "anlayışına ters gelmez!"
Çünkü
asma köprü, gerçek bir insan aklının gerçek bir gereksinimine ÇÖZÜM olmak
için oradadır.
Dünyaya
barış, ekmek, sevgi ve adalet getirme olasılığı olan tek sistem budur.
Umarım
yaşadığımız süre içinde, birileri o asma köprülerin mantığına dayalı sistemler
için yola koyulur.
Paraya
dayalı sistem anlayışı kendi içinde başkalaşır veya tümden ortadan kaybolur
umarım. Ben işe baharda, kendime 1 metrekarelik bir alanda tohum ekmekle
başlayacağım.
Evrim
Gürel
Düşünce
Baharı
1 Mart
2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)