Sen hiç üstüne deniz giydin mi?
Sandığın kadar ıslak değil, merak etme… Ama daha karanlık!
Gözlerin yapışmış, gözlerime ben doğmadan, bu yüzden, onları göremiyorum. Bir kez, dışarıdan baksam, anlayacağım nasıl bir şey olduğunu, biliyorum!
Benim sahip olduğum şey, bakışın sahip
olduğu şeyden çok farklı değil. Sen, hiç kendini görebilen bir bakışa rastladın
mı? Dirseğine aynı elle dokunabilir misin?
Balıklar, en çok karanlık basınca korkar
sanırdım denizden, oysa, denizin dibi hep karanlık.
Doğaya çıkmayalı yüzlerce yıl oldu. Ne
kulaklarım eskisi gibi hassas, ne ayaklarım hazır koşmaya…
Sessizlikten beni şehirler uzaklaştırdı.
Çenem düştü gürültünün içine, bana, “Rahatça konuş” dediler, “Buraları, eski
ormanlar gibi değil, avcılar yok burada! Sesin, yerini ele vermez yada seni..
sesine doğru gelip seni bulmazlar…”
Oysa, olanlar, hep çok konuştuğumda, oldu.
Sese değil içindekilere odaklanmıştı insanlar. Her çıkan a’yi ağzımdan, duymaz,
dinlemez gibi yaptılar. Oysa, kulakları a’dan sonra geleceklere, a ile
işbirlikçilere dikilmişti.
Tüm seslerimden hesap sordular, seslerimi
mahkum edip beni kırbaçladılar… “Söyle, neden bu sesleri taşıdın ağzinda, neden
bunları çıkardın? Bunları tuttun? Bunları neden değiştirdin?! Söyle, sen bu
seslere ne anlam yukledin?!”
Oysa, hepsi, denizi üzerime giyiverdigim
bir gece başlamıştı. Çok sıkkındı canım, cok sıkkındı! Penceremden
uçuverdiğimde, istediğim tek sey, bu dünyanın bir parçası olmaktı. Ana parçası
değil. Kapının kolu gibi bir şey ya da bir vida…
Bilmiyorumdum, yasaktı!
Bilmiyorumdum, yasaktı!
evrm gürel
sessizbulut
2002, Büyükçekmece'de ilk yıl...