Pazar, Eylül 21, 2014

sen hiç üzerine deniz giydin mi?


Sen hiç üstüne deniz giydin mi?
Sandığın kadar ıslak değil, merak etme… Ama daha karanlık!
Gözlerin yapışmış, gözlerime ben doğmadan, bu yüzden, onları göremiyorum. Bir kez, dışarıdan baksam, anlayacağım nasıl bir şey olduğunu, biliyorum!

Benim sahip olduğum şey, bakışın sahip olduğu şeyden çok farklı değil. Sen, hiç kendini görebilen bir bakışa rastladın mı? Dirseğine aynı elle dokunabilir misin?

Balıklar, en çok karanlık basınca korkar sanırdım denizden, oysa, denizin dibi hep karanlık.

Doğaya çıkmayalı yüzlerce yıl oldu. Ne kulaklarım eskisi gibi hassas, ne ayaklarım hazır koşmaya…

Sessizlikten beni şehirler uzaklaştırdı. Çenem düştü gürültünün içine, bana, “Rahatça konuş” dediler, “Buraları, eski ormanlar gibi değil, avcılar yok burada! Sesin, yerini ele vermez yada seni.. sesine doğru gelip seni bulmazlar…”

Oysa, olanlar, hep çok konuştuğumda, oldu. Sese değil içindekilere odaklanmıştı insanlar. Her çıkan a’yi ağzımdan, duymaz, dinlemez gibi yaptılar. Oysa, kulakları a’dan sonra geleceklere, a ile işbirlikçilere dikilmişti.

Tüm seslerimden hesap sordular, seslerimi mahkum edip beni kırbaçladılar… “Söyle, neden bu sesleri taşıdın ağzinda, neden bunları çıkardın? Bunları tuttun? Bunları neden değiştirdin?! Söyle, sen bu seslere ne anlam yukledin?!”

Oysa, hepsi, denizi üzerime giyiverdigim bir gece başlamıştı. Çok sıkkındı canım, cok sıkkındı! Penceremden uçuverdiğimde, istediğim tek sey, bu dünyanın bir parçası olmaktı. Ana parçası değil. Kapının kolu gibi bir şey ya da bir vida…

Bilmiyorumdum, yasaktı!


evrm gürel 
sessizbulut

2002, Büyükçekmece'de ilk yıl...