Çarşamba, Ağustos 05, 2020

Son Söz


(Şarkı, Öyle Dertli, Duman)

İnsanların, son anlarında söyledikleri, en gerçekçi sözlerdir. 
Benim duyduklarım öyleydi. 

Birinin son anında yanında olabilmek, bilgelik ve insanlıkla ilgili öğrenme ve şefkat geliştirmek isteyenler için gizemli bir fırsattır (fırsat demek istemiyorum ama bana göre birinin son anında yanında olmak ve ona eşlik etmek, bir hediye, üzücü de olsa öyle) 
Ne olduğunu hayatın, ne olduğunuzu sizin, ne olmadığınızı görürsünüz ve her şeyden önemlisi sevdiğiniz, değer verdiğinize o en zor anında yanında durarak eşlik edersiniz. 
İnsanlar hep kolay olanı seçerler. Kendi adıma, zor olanın değerini biliyorum.
Ölümden neden korkuyoruz?
Ölme biçimi ile ilgili mi korkumuz?
Yoksa asıl korku, gizlice, konuşmadan bizimle içimizde kaskatı duran içimize oturmuş bir "yaşama" korkusu mu?
Ölüm gerçeğine rağmen biri nasıl yaşar?
Yediğiniz en büyük tokat nedir?
Öleceğiniz bir dünyaya dönmek?
Kırılacağınız için korkmak?
Konuşacağınız şeylerden korktuğunuz için susmak?
Düşeceğiniz için yürüyememek?
Yaşayacak şeyiniz kalmadığından yaşlanacağınızdan korktuğunuz için saçmalamak?
Artık çocuk doğurma yaşınız geçiyor diye saçma sapan biriyle evlenmek?
Bunların çoğu, o ilk tokatla, ölüm korkusu gerçeği ile ilgili...
Düşünmeden saniyelik aşırı bir hızla yazıyorum. 
Çünkü not etmem gerekli ve fazla vaktim yok.
Ölümden korkmak, ölümü durdurmaz ama yaşamayı engeller.
Yaşamak, yaşama telaşı ile koşuşturmak değil kalbini, ruhunu, aklını hayata katmaktır. Yani üzerine cidden düşünmektir. Olduğun yerde durarak da yaşayabilirsin. Ama hareket etmekte yarar var. Çünkü hayatın temeli içte ve dışta devinim. En azından bu seviyede. Mutlak suskunluk ve duruşa doğru düzgün geçebilmek için devinmek gerekli.
Kendi adıma, ölüm korkuma rağmen, doğru düzgün ölmeye geçişi öğrenmeyi tercih ederim.
Öleceğimi bilmek isterim. Hazırlanmak, vedalarımı yapmak. Arkamda ne bırakacağımı planlamak ve hoşçakal demek istediklerime hoşçakal demek isterim.
Ağlamam gerekirse ağlarım, korkmam gerekirse korkarım. Çok derin bir acı ve endişe olduğunu biliyorum.
Ama kendi adıma korkmaktan yoruldum artık.
Sonunda o da olacak. Lütfen, zihninizi ve kalbinizi yaşama adayarak ölüme sakince hazırlanın.
Ben elimden geldiğince yapacağım.
Bana sorarsanız, bu da insanlık görevi.
İçimizde eğittiğimiz her bir insan, bir sonraki nesile geçecek bir "doğru" demek. Benim doğurmam gerekmiyor. Bilincimi aktarmam yeterli.
Dokunmam yeterli hayata.
Ölmem yeterli, sakince.
Ölmeden önce söylenenler işte, zihnin böyle anlarında çıkan en gerçekçi sözler olduğu için önemli. Şu an birkaç nedenle, hepimiz derin ve dar bir algı geçitindeyiz. Zihnimize ve kalbimize en yakın durmamız, kendimizi en iyi anlamamız gereken yerlerden biri burası. Çok fazla acı ve ölüm var. Ve bu aynı zamanda çok fazla bilgeliğin de atmosfere, soluduğumuz havaya ve yeşil fosforla çevreye yayıldığını anlatıyor.
Onların son anlarındaki bilgelikleri, bize yönelsin. En azından anlamaya çalışalım.
Son sözleriniz ne olurdu?
Birçok olasılık var aklımda. Şu an için birini seçtim:
"Kalbin senin değil, herkesin, her şeyin"
Eğer bu dünyada, anlayışımızı ve sevgimizi, sürekli tek bir şeye, bir ikisine, sadece bir yere odaklayarak ve tüm insanlığımızı ona, o kısıtlı alana, kişilere, şeylere aktarır ve sadece onları tanır, bilir, sadece onlarla empati kurarsak... Değişen hiçbir şey olmayacak.
Herkes kalbini şefkatini, sevgisini, anlayışını kendi dışındaki her yere yaymak zorunda. Hiç kimse kalbini kıstırıp onun bencilliğine ve egosantrizmine sahip çıkamaz, bunu savunamaz. Kalbiniz, bütün dünyayı anlamak ve çözmek için sizlere verildi. Bunu anlamak ve bu anlayışı yaşamak ve paylaşmak zorundasınız.
Bu ayrıca, ölüme karşı en büyük dünyevi birliktir.
Ölmeden önce herhalde şunu hatırlamam lazım: "Teslim olmadım, dünyanın bana enjekte etmeye çalıştığı pisliğe, kabalığa, kötülüğe ve sevgisizliğe... Kalbimi ve sevgimi, anlayışla bütün dünya ile paylaştım. "
Umarım siz de teslim olmazsınız.